Cem Mumcu’ya Çok Açık Mektup

Dikkat! Bu bir mim‘dir. http://kedikumu.blogspot.com adresinden alınmıştır, Asıl yazarı kedikumu‘dur.

Muhterem Cem Mumcu Bey,

Öncelikle aşure gününüzü kutlarım.

Cem Bey, beni tanımazsınız. Aklına estiklerini arada blog’una karalayan sıradan bir internet kullanıcısıyım. Gizli bir örgüt üyesi falan değilim. Herhangi bir çeteye mensup da değilim. Son birkaç aydır internette olup biten bir takım şeyler benim çok canımı sıkıyor. Sizinle biraz dertleşmek için, canı sıkılan dostlara da bir selam olsun diye yazıyorum bu satırları. Kabul buyurursanız…

Sayın Cem Bey,

Siz beni tanımazsınız ama ben sizi sakalınızdan ve gözlüğünüzden nerede görsem tanırım, unutmam mümkün değil. Doğal akışınına koyverilmiş sıcacık bir sakal şöyle çalımlı bir gözlükle tamamlanmışsa şayet ortaya çıkan muhteşem aromanın büyüsü hepimizi derinden etkiler, işte bilirsiniz… Tarih -yoksa masal mı demeli- kitaplarında resimlerine çokça rastladığımız ünlü simalardan belleğimize düşmüş bir imge olmalı bu ya da şu meşhur ak sakallı dede meselesi…

Söylemesi ayıp; bir Ayşe Arman röportajıyla tanıdım sizi ilk kez. Haklısınız kavgada söylenmez; ama gerçek bu Cem Bey, biz sizi Ayşe Arman’la tanıdık. Hıncal Uluç’tan sonra bu coğrafyaya düşmüş en yetenekli ‘PR Specialist’ olarak hayranlıkla izliyoruz kendisini her zaman. Pek mühim şahıslara ve şöhretlere ara ara cila atma, yeni ürünlerin lansmanını üstlenme, trendleri belirleme ve ülkeye yepyeni şöhretler kazandırmada eline su dökülemez, takdir edersiniz. Siz Ayşe Arman’a kaç kez röportaj verdiniz Cem Bey? Neyse, neyse, özür dilerim, konu bu değildi…

Cem Bey, çok ünlüsünüz. “Ünlülerin psikiyatristi” sıfatını kendinize konduramadığınızı biliyoruz, lakin 5 yıldır gündemden hiç düşmeyerek mütemadiyen ortalıklarda dolaşmanız acaba başka neyle açıklanabilir? Siz medyasever misiniz Cem Bey? Şöhretperver misiniz? Her uzatılan mikrofona hiç sektirmeden “genel bir toplumsal kokuşmuşluk”tan söz açarken, “ünlü olmaya” savaş açmış kıymetli bir aydınımız olarak medyayı bu çirkinliğin neresine konuşlandırıyorsunuz? Yoksa “O beni seviyorsa ben onu daha çok severim” gibi –tövbe estağfurullah- bir Hz. Mevlana düsturunu yanlış idrakin tezahürü müsünüz? N’apıyorsunuz Cem Bey?

Şu sözler size mi ait saygıdeğer psikiyatrist ve ulu yazar Cem Mumcu; “Çok tehlikeli bir durum var, çok tehlikeli bir yere doğru gidiyoruz.” 2007 yılındaki, internetin konuşulduğu Beyazıt Öztürk’ün CNNTürk’deki aynı programında “Ünlü olmak istiyorum. Ünlü olursam işler daha kolay olur, çok para kazanırım. Artık değerler değişti, bunu kabul edin :)” diyerek karşınızda pişmiş kelle gibi sırıtan şaşkın bir kıza “Ben burada bir değer göremiyorum. Ben burda “mış gibi” bir şey görüyorum. Ne yaptığın, neyi doldurduğun, gerçekten neyi bildiğin değil, nasıl göründüğünden başka hiçbir şey göremiyorum ben burada. Bu “as if” gibi bir şey, “mış gibi” bir şey. Çok tehlikeli bir şey. Kimse gerçek değil.” diye devam eden siz değil miydiniz? Cem Bey, iyi misiniz?

Bugün kitapları en çok satan şabalak yazarlar sanki bu ülkenin en iyi yazarlarıymış gibi, tutup da twitter gibi şeytan icadı bir sitede en çok takipçisi olan genç kardeşlerin bir bir kitaplarını basıp, yürü be koçum çekmek de neyin nesidir? Hangi akla, hangi izana, hangi kültüre hizmettir, sizin deyişinizle hangi “idrakin” bir tecellisidir? Berbat bir Türkçe’yle kaleme alınmış, bomboş, ceviz kabuğu gibi katır-kutur, tatsız, izdivaç programı avamlığıyla patır patır ortalara dökülüp saçılan bu çamur gibi metinler ne zamandan beri “yenilikçi kalem, farklı üslup, büyük yetenek!” diye edebiyata itelenir kakalanır oldu acaba? İçeriğin, fikrin, felsefenin, mizahın, aklın olmadığı metinde üslup aramak Nuri Bilge Ceylan Cannes’da büyük ödülü alırken “o nasıl elbise!” diye sataşan kukla kılıklı köşe yazarlarıyla aynı derede yıkanmak değil de nedir? Zât-ı âliniz bunu bilemeyecek kadar cahil olamaz, hayır hiç sanmıyorum. Derin bir merak içindeyiz Cem Bey, tam olarak neler oluyor, bizi aydınlatır mısınız?

İlk göz ağrınız Pucca’nın kadın- erkek ilişkilerine bakışındaki yozluğu, kadını ezmiş, yok etmiş erkek egemen dünyayı legalleştiren/doğrulayan ve bunu kampanyanız gereği aynı yavan çizgide büyük bir gayretle bıkmadan usanmadan sürdüren perişan hallerini, blogunda günlük tutarak eğlenen sevimli bir kız çocuğundan bozarak yarattığınız bu reklam-viral gudubetini; yelpazenizin en aklı başında kalemi Sami Hazinses’i postmodernizmin beyinleri altüst eden ‘ben dalgama bakarımcılığıyla’ bağlamış oluşunuzu; Stevemcqueen’in ne söylemek istediği belirsiz mevcudiyetini, ekmek hamuruna benzeyen vasat zekasını parlatıp ‘ağır abi’ diye pazarlama uğraşınızı kimseler görmüyor mu sanıyorsunuz? Peki ya kitabının arkasına –tövbe estağfurullah!- “Twitter’ın Can Yücel’i” tanımını tescil deyu iliştirirken hiç mi vicdanınız sızlamadı, elleriniz titremedi, uykularınız kaçmadı? Mimarı olduğunuz bu ürpertici tabloya dönüp baktığınızda, 13-15 yaşındaki çocukların “demek bu iş bu kadar kolaymış :)” diye kendilerinden geçtiğini, “demek ne ka’ basitlik o ka’ ekmek :)” hezeyanıyla akıllarını yitirdiğini de mi göremiyorsunuz? Bu nasıl bir iştir Cem Bey, izah ediniz?

Çıkıp da “onlar edebiyatçıyım demiyor ki!” diyerek her şeyi çözdüğünüzü mü sanıyorsunuz? Yoksa siz çocuk mu kandırıyorsunuz Cem Bey? “Koskoca adamsınız, size hiç yakışıyor mu?” Yarattığınız bu garabeti, hikmeti kendinden menkul toplum yönlendiriciliğinizi; alengirli işlerin değişmez PR enstürmanı Cem Yılmaz’ın marka değeriyle yağlayıp bu deli saçması ticarete komisyoncu yazılarak; “Türk yayın tarihinin Erol Köse’si” damgasını alnınızın orta yerine vurdurup Pucca gibi maskeyle dolaşmak mı istiyorsunuz? Söyleyin bilelim Cem Bey; aramızda para mı toplayalım, ne yapalım? Cem Bey, ne istiyorsunuz?

Duyduk ki her ay bir başka twitter gencosunun kitabını basmaya devam edecekmişsiniz. Hayırlı işler Cem Bey helal olsun, basın gitsin… Yalnız, gayeniz tam olarak nedir, kitap basmak mı hesap-kitap yapmak mı, bir yol anlatır mısınız? Yok hayır, servet düşmanı falan değilim, rahat olunuz. Ciddi yazarların bu gereksiz konularda kalem oynatacak ne zamanı var ne de bilgisi. İş yine benim gibi kıskançlıktan kapıları, duvarları tekmeleyen, gözüyle gördüğü maskaralıklar karşısında isyan etmeden yapamayan, çok lüzumluymuş gibi kendini bunlardan sorumlu hisseden tuhaf, zevzek adamlara kalıyor. Aslında ben sizin de bir piyon olduğunuzu düşünüyorum, teori yanılmaz, ama komplo teorisinin sırası değil gerçeklerden konuşalım. Konuşun Cem Bey; gözlüğünüzü önünüze, elinizi vicdanınıza koyup da konuşun. Cem Bey?

İşinize gelince maneviyattan, ahlaktan dem vurup, nedir bu rezillik diye sorulduğunda liberalizmin, pazarlamanın arkasına kaçıp sığınmadan, “oyumu AKP’ye verdim” derkenki kadar açık, “kokuşmuşluk var” derkenki kadar net yanıtlar verin bizlere. Öküzoğlu Yayınları yapsa sizin bu yaptığınızı “eh, ticaret..” der geçerdik belki. Dilinizden hiçbir sohbetinizde düşürmediğiniz “Ben her gece iyi olmak ve idrak için dua ederim, para pul için dua etmem” sözlerinizin kıymet-î harbiyesi bu denli ucuz mudur? Yoksa bu kisve altında kendinize ‘güçlü’ bir imaj edinip ortalığı talan etmek için sinsi planlar içinde miydiniz yıllardır?

Birbirlerinin yüzünü görmemiş, sesini dahi duymamış; en derinlerinden kopup gelen, en içten, en sıcak kelimelerle birbiriyle kardeş olmuş, sevmiş, sevişmiş, aşık olmuş, tartışmış; basit, yalın, tertemiz, kimseden hiçbir çıkarı olmadan yazıp-çizen, güldüren, eğlendiren, ağlatan, o leş medyanıza bileklerinin hakkıyla alternatif olmuş internetin güzel çocuklarının arasına; şan-şöhret-para-pazarlama-viral-ajans gibi hiç akıllarının köşesinden geçmemiş kavramları ‘kitap’ kılığında sokarak, akıllarını alarak, tüm dengelerini bozarak, iftiraların, dedikodunun ateşiyle bu mektup da dahil olmak üzere kardeşi kardeşe kırdırmaya mecbur bırakarak, çeteleşmenin, yalakalığın, yağcılığın önünü açarak; İclal Aydın gibi, Rahşan Gülşan gibi, Serdar Kuzuloğlu gibi isimlerini blog’uma almaktan utandığım insanların çığırtkanlığı eşliğinde icra ettiğiniz bu ahlaksız darbeyi; her gece 40 rekat namaza da dursanız kimseler unutmayacak!

Yanılıyor muyuz Cem Bey, abartıyor muyuz, yoksa hasetten çatlıyor muyuz? Pazarlama zirvelerini –tövbe estağfurullah!- ballı sohbetlerinizle onurlandırıp; tutundurma-konumlandırma-meşhur etme-çok satma konularında dersler verdiğinizi de görüyoruz nicedir, -çok şükür- kör değiliz. Türk Edebiyatı ve Faziletleri bölümünden Digital Marketing’e yatay geçiş mi yaptınız siz? Cevapları mı kaydırdınız, dilekçe mi sundunuz, hay’rola Cem Bey, n’aptınız?

Osman Yağmurdereli çektiği rezil diziler hakkında bir canlı yayında bakınız şöyle günah çıkartıyordu: “Ben bu dizileri evet çektim. Hepsi de kötü işlerdi. Çok paralar kazandım, bu işi bir tek para için yaptım. Bir daha da yapmayacağım, herkesten, tüm Türk halkından özür diliyorum.” Hoş, zamanla yalan olmuş bu sözlerinden sonra aynı tempoda ticarete devam ettiyse de bu sözler size bir ipucu olabilir ümidiyle anımsatmak isterim naçizane. Bu sularda bir yerlerde misiniz? Koordinat verin Cem Bey. Nerdesiniz, nerelerdesiniz?

Mektubuma burada çat diye son verip huzurlarınızdan ayrılırken, kıymetli vaktinizi almış veyahut sürç-i lisan ettiysem tekrar tekrar affınızı diler, uyarına gelirse ruh sağlığım hakkında psikolojik bir teşhiste bulunursanız kulunuzu mest edeceğinizi belirterek, yine aynı canlı yayında o kıza söylediğiniz sözlerinizle, tüm Dizüstü Edebiyat mensubu kardeşlerime sizin aracılığınızla yürekten selam ve sevgilerimi iletirim: “N’olur, size söylemiyorum. İçinde bulunduğunuz durum çok güzel anlatıyor her şeyi. Size dair bir şey söylemiyorum.”

Hürmetlerimle…

Fahriye Abla

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye abla!

Ahmet Muhip DRANAS

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.