İlk bilgisayarıma kavuşma hikayem komiktir, hatırladıkça gülesim geliyor bak. 95’in yazında bitim kanlanmış, babama bilgisayar bilgisayar diye tutturmuştum. O sıralar Devlet Malzeme Ofisi’nin Siemens Nixdorf satışları vardı, onlardan birini evimizde her daim duran katalogdan beğenmiş ve babama göstermiştim. “Aha da bu” demiştim. Ve fakat, İskenderun’da DMO olmadığından ötürü, bunun Adana’dan alınması gerekiyordu. Nedense Adana’ya bu iş için asla gidilmedi. İlk bilgisayarımın kavga dövüşle peşinatı benim tarafından ödenerek alınan ilk vitesli bisikletle aynı kaderi paylaşacağını düşünmemiştim pek.
Her neyse, Adana formülü patladığından ötürü, İskenderun’dan satın alınabilecek bir nesne üzerine yoğunlaşmaya başladım. O sıralar İskenderun’da sadece Escort Bilgisayar’ın satış merkezi bulunuyordu. Ondan da bilgisayar almak, deveye hendek atlatmaktan çok daha öteydi. Öyle ki, sonunda pestili çıkmış olarak babam bir motosiklet mağazasının önünden geçerken. “Vazgeç oğlum bilgisayardan, sana motosiklet alalım” demişti. Gözlerimdeki parıltıyı görmeniz gerekiyordu. (Sanki ben gördüm de anasını satayım, yazmadan edemedim bu cümleyi) Zaten sonra bana ait olan ilk bilgisayara 99 yılında kavuştum. Acer Aspire’ın P3 500 MHZ ve 64 MB RAM’e sahip olan bir modeliydi. Dur lan 99’muydu acaba hakkaten? Oralar biraz muallak.
Anlayacağınız, lise hayatımda evimde pek bilgisayarım yoktu. Ancak lise 2-3 sırasında bilgisayar ve Future.NET teknolojisini evde kullanabildim, arada e-pack’i de unutmamak gerekir. Hatta evdeki odamın kapısında hala “Türkiye’de İnternet=Superonline” sticker’ı duruyordur muhtemelen. O odaya da 3 yıldır falan uğramadım neredeyse. Orada da babamın baskıcı rejimi nedeniyle, bilgisayarın kutusu annemlerin odasında dururken, kasası çalışma masamın altına konuşlandırılmış, monitörü de ayaklarımı uzattığım sehpanın altına gizleyip, üzerine de örtü çekerek saklamıştım. Geceleyin bir saatte uyanıp, yıllardır dışarda, arkadaşların evinde veya internet kafelerde, olmadı babamın müdürü olduğu okulun laboratuvarında yaptığım gibi çeşitli BBS, IRC gibi serüvenlere devam etmiş, hatta şu an hiç kontakta olmadığım Aylin hanımla tanışmama vesile olan küçük çaplı web sitesini geliştirmiştim. Oha ulan. Çok eğlenceli ve stress dolu günlerdi. CRT monitörün ışığı belli olmasın diye, kapının üstüne çarşav geçirir, alttan çıkacak ışığı da çeşitli havluyu kapı eşiğine sıkıştırarak şey ederdim. Peki sonra ne oldu? Bütün bu yan aktiviteye rağmen İstanbul Üniversitesi’ni kazandım.
O bilgisayar, İstanbul’a taşındığımda benimle birlikte geldi, ancak iki üç ay sonra yurda yerleşince, otomatikman İzmir’e, ablama hizmet etmek üzere gönderildi. İşte o dönemlerde, (2001-2003 arası) bilgisayarsız, motosikletsiz bir genç olarak, hayatında en büyük yer kaplayan iki şeyden yoksun bir birey haline geldim. Bu durum, kendimi ek$i sozluk zirvelerine vermeme neden oldu. Harbiden yapacak bir şey yok lan, düşünsene. Ne elinin altında bir bilgisayar, ne sıkıldığında gazlayabileceğin bir motosiklet. Oha!
Resmen bir sosyal patlama ve ne olduğunu şaşırmışlıkla 2002’nin Ocak ayından başlayarak, 2005’in Kasım’ına kadar yapılan her zirveye -literally- katılım sağladım. Hatta sadece İstanbul’dakiler değil, İzmir ve Ankara’da yapılan yarı gigantik ve gigantik zirvelerin hepsinde bir adet fotoğrafım görülebilir. İnanmayanlar gelsin evimde konuğum olsunlar, arşivin tozlu raflarından çıkaracağımdır. Ah, pardon yapamıyorum.
İşte, o boşluk var ya, o 2001 yılında başlayan ve bir uyuşturucu gibi etkisini 2005’e kadar taşıyan, bilgisayarsızlık ve motosikletsizlik boşluğu, şu an yarım yamalak da olsa bende etkisini gösteriyor. 8 Ağustos Cumartesi akşamı, iPhone’umu önce şarj cihazına, sonra da ses sistemine bağladığım sırada, yastığımın altına koyup, düşük ses seviyesinde müzik arşivimi dinlemeye başladığım sırada hiç tahmin etmemiştim ama, ertesi sabah odamda hiç tanımadığım bir erkekle uyanana kadar hiç hatırlamadığım -bilgisayarsızlık- boşluğuna düşeceğimi bilemezdim tabi. Acaip bir psikoloji, ne yapacağını şaşırıyorsun. Hatta adamların peşinden koşturuyorsun. Ohannez.
O zamandan bu zamana evde kullanabileceğim adam gibi bir bilgisayarım yok, sadece merickara.net’i host eden Osman (P4 3,2GHZ HT, 2GB RAM, 256MB Nvidia Quadro NVS ekran kartı) ve bir adet Philips 42 inç televizyona sahibim artık. Ve emin olun, monitör olarak bir LCD TV kullanmak hiç eğlenceli değil.
Neyse ki açılan boşluğu dolduracak bir çift tekere sahibim. O da olmasa, galiba şu yaşımda kafayı yerdim. Uzun bir süre bilgisayar satın almayı gerçekten düşünmüyorum, çünkü evde bir bilgisayar olmayınca, ne kadar çok süreyi kendime ayırdığıma hayretle bakıyorum şu an.
Merhaba, ben Meriç. 26 yaşındayım, boş zamanlarımda Ducati’m ile gazlıyorum. Bilgisayarım yok ancak, bir reklam ajansında ön yüz geliştirici (front-end developer) olarak çalışıyorum.